degisti.com

zamanla her şey değişir…

Eyüp

Eyüp

İstanbul’un Avrupa yakasındaki ilçelerinden biri olan Eyüp, İstanbul’un fethi ile birlikte kurulan ilk Osmanlı-Türk sur dışı yerleşmesidir. Halit bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’nin türbesi çevresinde kurulan semt, adını buradan almıştır. Haliç’e 2.6 km kıyısı bulunan ilçe doğuda Sarıyer (http://www.degisti.com/index.php/archives/2612), Şişli (http://www.degisti.com/index.php/archives/15379), Kağıthane, güneydoğuda Beyoğlu, güneyde Fatih ve Zeytinburnu, güneybatıda Bayrampaşa, batıda ve kuzeybatıda Gaziosmanpaşa ilçeleri ile çevrilidir.

Eyüp  İlçesi, Haliç’in son bulduğu noktada başlayan, kuzeyde Karadeniz kıyılarına kadar uzanan 242 km2’lik geniş bir alana sahiptir. İlçe sınırları içinden Alibeyköy ve Kağıthane dereleri geçerek Haliç’e(http://www.degisti.com/index.php/archives/5934) dökülmektedir. Topografik yapısı engebeli olan yerleşmede, kıyıya doğru dik inen yollar alçalarak uzanan vadilere oturmaktadır. Vadilerin arasında, Haliç manzarasına hakim tepeler vardır, ki bu tepelerden en ünlüsü; Tarihi Eyüp Mezarlığı’nın sırtlarında, Gümüşsuyu denilen semtte bulunan ve “Pierre Loti Tepesi” olarak bilinen tepedir. Bu tepe Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “İdris Köşkü Mesiresi” olarak geçer. Büyülü bir manzaraya sahip olan tepe, 19. yüzyılda İstanbul’a gelen birçok seyyahı ve sanatçıyı etkilemiştir. Bir Mimar Sinan eseri olan Zal Mahmut Paşa Camii’nin (http://www.degisti.com/index.php/archives/3586) olduğu ağaçlıklı tepe de, Eyüp’ün panoramik manzaralı diğer bir tepesidir.

Eyüp, uygun topoğrafik yapısı, iklimi, suya ulaşım kolaylığı ve verimli toprakları nedeniyle tarih öncesi dönemden beri insanların yerleşmesi ve yaşaması için elverişli bir merkez olmuştur. Kağıthane ve Alibey derelerinin birleştiği yerde yapılmış olan Arkeolojik kazılar, bölgede M.Ö. 2. yüzyıldan kalan bazı yapılara işaret etmektedir. Bizans döneminde bugünkü Eyüp semtinin bulunduğu alan, Haliç’in diğer sahilleri gibi zengin ve yoğun bir bitki örtüsü ile kaplı olması ve civarındaki ormanlarda av hayvanlarının bol bulunması dolayısıyla imparatorlar tarafından av sahası ve sayfiye yeri olarak kullanılmıştır. Bölgenin Bizans dönemine ait açık bir tasvirini bulmak oldukça güçtür. Theodosius II’in arkadaşı Paulinus yerleşmede  Aziz Kosmas ve Damianus adlarına yaptırılmış bir manastırın varlığına işaret eder. 626’daki Avar kuşatması sırasında yıkılan bu manastır, Michael IV (1034-1041) tarafından çeşitli eklemelerle daha geniş bir biçimde yeniden inşaa ettirilmiş ve 15.yüzyıla kadar bazı bölümleri ile varlığını sürdürebilmiştir.

K.Ekrem Uykucu, İlçeleriyle birlikte İstanbul isimli eserinde; “Eyüp tepesinde “Ayamama” adlı bir saray ve manastır inşa edilir. Bu manastır kilisesinde; Bizans İmparatorları silah kuşanırlar. Bu gelenek, daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı padişahlarının da Eyüp’te kılıç kuşanarak padişahlıklarını ilan etmeleri şeklinde devam eder” demektedir.

Fetihden önce İstanbul birçok defa saldırıya uğramış, her defasında yağmalanmış, o esnada Eyüp’deki saray, manastır, kilise ve diğer yapılar tahrip edilmiştir. II.Mehmet 1453’de İstanbul’u kuşattığında Eyüp ve çevresindeki yapılar birer taş yığını halindeymiş. Fatih’in fetihten hemen sonra, Halit bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’nin mezarı olduğu rivayet edilen yerde, onun türbesini yaptırması ve bu türbe yanına şehrin ilk selatin camiini inşaa ettirmesi; bir bakıma İstanbul’un hristiyan dünyasından İslam dünyasına geçmesinin politik ve dini bir işaretidir.

Bu külliye, inşaa edildiği tarihten bu yana Eyüp yerleşmesinin çekirdeğini teşkil eder. Eyüp Sultan Külliyesi(http://www.degisti.com/index.php/archives/6896) tamamlandıktan sonra etrafına evler inşaa edimiş olsa da, nüfus bu yörede gelip geçici olmuştur. Fatih Sultan Mehmet zamanında İstanbul’un iskanı için uygulanan politikalar neticesinde, Eyüp Sultan Külliyesi çevresine Bursa’dan gelenler yerleştirilmiş, böylece Bizans surları dışında yeni bir yerleşme bölgesi kurulmuştur. Bu dönemde yerleşmede Cami-i Kebir, Kasım Çavuş, Uluca Baba, Abdulvedut, Sofular, Otağcıbaşı, Fethi Çelebi,  Mehmet Bey mahaleleri olmak üzere 8 mahalle varmış.

Fatih döneminde başlayan imar hareketleri, Sultan II.Beyazıt ve özellikle Kanuni Sultan Süleyman zamanında devam etmiştir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşaa ettirilen cami, medrese, imaret v.s. ve kırk çeşme su yollarının yapılmasıyla, Eyüp büyük gelişme göstermiştir. Mimari yapı, malzeme ve süslemelerde Osmanlı klasik dönemini en güzel şekilde yansıtan yapılar, burada gelişen sosyal ve kültürel ortamın da bir göstergesi olmuştur. Osmanlı metin ve belgelerinde sıklıkla “Haslar”, “Havas-ı Konstantiniye” veya “Havas-ı Refiye” adlarıyla anılan Eyüp, İstanbul’un dört büyük kadılığından biridir.

17. ve 18. Yüzyıllarda Anadolu ve Rumeli’deki huzursuzluklar ve aynı dönemde Avrupa’da ve Kırım’da toprak kayıplarının başlaması, İstanbul’a göçü arttırmış ve konut alanlarının yoğunlaşmasına neden olmuştur. Lale devri olarak adlandırılan 1718-1730 yılları arasındaki dönemde Eyüp, mesireleri ve sahil sarayları ile ün yapmıştır. O zamanlar İstanbullularca Eyüp Sultan’ın meşhur sayılan pek çok özelliği vardı: Eyüp kebabı, Eyüp kaymağı, Eyüp oyuncağı, Eyüp kuş lokumu , Eyüp hacı lokumu, reçellik gülleri ve can erikleriyle, yazın türbe erikleri, sonbaharda Sultan Selim incirleriyle meşhur Eyüp bostanları, fulya tarlaları, lale ve sümbül bahçeleri… Eyüp’ün göçten etkilenmesi 18. yüzyılda olmuştur. Bu dönemde Eyüp, Kasımpaşa (http://www.degisti.com/index.php/archives/7702) ve Üsküdar’da (http://www.degisti.com/index.php/archives/1085) gecekondulaşmanın ilk işaretleri görülür.

Bilimde sanatta ilerleyen, sömürgeleşme ve sanayileşme ile zenginleşen batının etkileri, 1834 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nda da etkilerini göstermiş; bu bağlamda, sarayın Beşiktaş’a dolayısıyla Boğaz’a yerleşmesini müteakip, prestijli yerleşim alanları Beyoğlu ve Boğaz kıyılarında gelişmeye başlamıştır.

19.yüzyılda II.Mahmut döneminde, Eyüp eski önemini kaybetmiş, Feshane’nin, İplikhane’nin, ilk enerji santralinin kurulması ile birlikte Haliç kıyıları sanayiye açılmıştır. Yine bu dönemde, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ve ordunun Batılı anlamda yeniden teşkilatlanmasıyla, yerleşmelerin siluetine hakim noktalarda kışlalar yapılmaya başlanmıştır, ki bunlardan biri de Rami Kışlası’dır.

Rami Kışlası’nın kurulmasından sonra II.Abdülhamit döneminde devlet erkanının bu civara yerleştirilmesiyle  başlayan iskan, 1877-1878’de Bulgaristan’dan gelen Türklerin bu tepelere yerleştirilmeleriyle gelişmiştir. Bu dönemde Eyüp artık bir ziyaretgah, seyir ve mesire yeri değil, imalathaneler, sanayi çalışanlarının yerleştiği işçi mahalleri, orta sınıf konutları ve mezarlıklardan oluşan bir kenar semtidir.Zamanla bölgede, Eyüp Sultan Külliyesi ve çevresini zyarete gelenlerin alışveriş taleplerini karşılayan kayda değer büyüklükte bir çarşı gelişmiştir.

Kurulduğu tarihten Cumhuriyet dönemine kadar Eyüp için kısaca diyebiliriz ki; İstanbul’un ilk Türk-Müslüman yerleşmesi olan Eyüp, 15. yüzyılda Ebâ Eyyub el-Ensari’nin türbesi ile birlikte inşaa edilen külliyenin etrafındaki ilk mahalleye Bursa’dan getirilerek iskan ettirilen yerleşimcilerden sonra, 16.-17.yüzyıllarda en prestijli günlerini yaşamış ve 18. yüzyılın sonlarından itibaren Beyoğlu ve Boğaz kıyılarının önem kazanmasıyla birlikte yavaş yavaş yıldızı sönmeye başlamış, 19.yüzyılda sanayiye açılmış kıyıları ve sanayi çalışanlarının yerleştiği mahalleleri ile bir kenar semt haline gelmiştir. İstanbuldaki diğer yerleşmeler gibi  Eyüp’de birçok yangın geçirmiştir. 1690, 1708, 1886, 1895, ve 1912’de büyük yangınlar gördüğü bilinmektedir.

Cumhuriyetin ilk döneminde farklı ülkelerden Batılı uzmanlar, İstanbul için plan ve öneriler geliştirmiş ancak hepsi de Haliç’i bir sanayi bölgesi olarak görmüşlerdir. 1930’lu yıllara kadar sahillerinde bazı yalıların hala varolduğu bilinen Eyüp’de, 1934’de yeniden çizilen mahalle sınırlarına göre 12 mahelleden bulunmaktadır. 1940’lı yıllarda Rami yöresinde ızgara sistemle oluşturulmuş yeni yerleşme alanına Balkan göçmenlerinin yerleştirilmesiyle, Eyüp yerleşmesi sanayi ile içiçe girerek, Haliç kıyısı boyunca kuzeybatıya doğru büyümüştür. Eyüp 1950’lerden sonra hızlı bir dönüşüm süreci içine girmiştir.1957’de Prost’un planlarından hareketle yol açma girişimlerine başlanmış; “Rami Kışla Caddesi” kuvvetli bir bağlantı yolu haline getirilerek, “Yeni Yol” olarak adlandırılan bir bulvar ile Eyüp Sultan Camii’ne bağlanmıştır.

20. yüzyılda yoğunlaşan endüstriyel faaliyetlerin artıkları doğrudan Haliç’in sularına terk edildiği için diğer sosyal şartların tesiriyle de Haliç’in tabii dengesi bozulmuş ve yoğun bir kirlilik yaşanmıştır. Oysaki; Haliç’in dolmasını, dolayısıyla bozulmasını önlemek için çok eskiden beri çeşitli tedbirlerin düşünüldüğü ve bunların bir kısmının uygulandığı bilinmektedir. Bu tedbirlerin ilki ve esaslı olanı Fatih Sultan Mehmet tarafından alınmıştır. Fatih, Haliç’in dolmasını engellemek için çıkardığı kanunla, Alibey ve Kağıthane derelerinin sularının toplandığı havzalar içinde ağaç kesmeyi, hayvan otlatmayı ve ziraat yapılmasını yasaklamıştır.

1980’li yıllarda çıkarılan 3030 sayılı yasa ile “Büyükşehir” kavramı tesis edilmiş, yerleşme merkezleri, bu arada Eyüp, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ilçe konumuna gelmiştir. Yerel yönetimlerin imar yetkilerini artıran bu yasaların da yardımıyla, dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan tarafından başlatılan Haliç’in sanayiden arındırılması operasyonu çerçevesinde, kıyıdaki imalathaneler, iskeleler ve Sütlüce’deki mezbaha kaldırılmış, sahilde yeni dolgu alanları tesis edilerek hızlı araç ulaşımına göre tasarlanan geniş ve kıyı kotundan yüksek, kazıklı sahil yolu düzenlenmiştir. Ancak yeterince itina gösterilmeyen bu çalışmalar esnasında çok sayıda eski doku örneği de yok edilmiştir. Örneğin; Feshane’nin (http://www.degisti.com/index.php/archives/6137) tescilli olan bölümlerinden birinin ve asırlar boyunca padişahların Eyüp Sultan’a kılıç kuşanma töreni için geldiklerinde karaya ayak bastıkları yer olan Bostan İskelesinin yıkılması gibi…

1984 yılında 3030 sayılı yasa çerçevesinde, Kemerburgaz yerleşmesi ve kırsal alanı Eyüp Belediyesi’ne bağlanmış, böylelikle Eyüp Karadeniz kıyılarına kadar çok geniş bir alanın yerel yönetim merkezi olmuştur.

eyup_2014

Eyüp, türbeler, tekkeler, mezarlıklar, kahvehaneler, kütüphaneler açısından zengin bir semttir. II.Mehmet’in semte kazandırdığı ilk kütüphaneden sonra da Eyüp’de kütüphane yaptırma ve kitap vakfetme geleneği uzun süre devam etmiştir. Eyüp ün en önemli ve günümüze ulaşan tek kütüphanesi1839 tarihli Hüsrev Paşa Kütüphanesi’dir.

 Ayrıca Eyüp el sanatları açısından da gelişmiştir. Bizans döneminde Haliç den elde edilen çamurla, tuğla ve kiremit imalatı yapıldığı bilinmektedir. Haliç’in bu çamuru Osmanlı döneminde de tuğla ve çömlek imalatında kullanılmıştır. Eyüp çiçek yetiştiriciliği açısından da ünlüdür. R.E.Koçu, Eyüp de Gümüşsuyu nun bulunduğu vadi etrafındaki tepelerin tarlalar halinde çiçek bahçeleri olduğunu buralarda sümbül, lale zerrin, fulya yetiştirildiğini, bu çiçek bahçelerinin tümünün “Fulya Tarlası” olarak anılan bir mesire yeri olduğunu ve 20.y.y. başında rağbet gören bu yerin 1960’larda gecekondularla dolduğunu anlatmaktadır. Eyüp’de hala yaşayan ve sosyal yaşamın önemli bir parçasını oluşturan bir müessese de imarettir. Mihrişah Valide Sultan tarafından kurulan ve yaklaşık 200 senedir kesintisiz olarak faaliyetini sürdürmekte olan imaretde, günde 2 bin kişiye yemek verilmektedir.

Günümüzde Eyüp, bünyesinde barındırdığı pek çok dini yapıyla ve Pierre Loti tepesinde yer alan birkaç yüz yıllık tarihi kafesiyle, yerli ve yabancı birçok insanı kendisine çekmeye devam etmektedir.

 

eyup

 

eyup_2015

 

 

Kaynakça:

Kara,Fahrünnisa, “Eyüp” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, s.245-250

Sultan II.Abdülhamit Arşivi İstanbul Fotoğrafları, İBB Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul 2008

Eyüp Kaymakamlığı Web Sitesi

Eyüp Belediyesi Web Sitesi

 

Paylaşmak ister misiniz ?

Admin

Website:

2 comments

zehra öktem

elinize sağlık çok güzel.

Yavuz Eryılmaz

Ben eski bir Eyüp’lüyüm. 1963’te oradan ayrıldım. Eyüp hakkında bir şey eklemek istiyorum. Fatih Sultan Mehmet, Halit bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’nin mezarının bulunmasından sonra çıkardığı bir kanunname ile Eyüp’te içki satışını yasaklamıştı. Bu kanunname ile oluşan gelenek 1960’lı yıllara kadar sürdü. Daha sonra ne oldu bilemiyorum ama, bir kanunnamenin gelenek olarak 500 sene sürmesi çok ilginçtir.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir