degisti.com

zamanla her şey değişir…

Takkeci İbrahim Ağa Camii

Takkeci İbrahim Ağa Camii

Mucizelere inanır mısınız bilmem. Var mıdır? yok mudur? bilmem. Bildiğim her şeyin inanmaktan geçtiği. Tüm kalbinizle katıksızca inanmaktan. Mucize denilen şey de bundan ibarettir kim bilir. “Olduğumuz her şey, düşünmüş olduklarımızın sonucudur” diyen Budha’da, “Hayal etmek her şey demektir. Hayatın size getireceklerinin bir ön gösterimidir” diyen Einstein’de mucizelere inanlardandı kuşkusuz ya da daha doğru bir deyimle aslında her şeyin inanmaktan, hayal etmekten ve istemekten geçtiğine…

1500’lü yılların Topkapı’sında yaşayan Takkeci İbrahim Ağa’da inanırdı mucizelere. Surların dibinde küçücük bir kulübede namaz takkeleri (arakiye) örüp, satarak geçimini sağlayan fakir bir takkeciydi İbrahim Ağa. Fakir olmasına fakirdi ama gönlü zengindi, engin bir tevazu ve tevekkül sahibiydi. Kanaatkardı. Bir hayali vardı: Cami yaptırmak. O bu hayalinden bahsettikçe: “-İbrahim Ağa, neyle yaptıracaksın camiyi? Ekmeğini zar zor kazanıyorsun” derlermiş. Ne var ki o yitirmezmiş umudunu :”Umulur ki derya tutuşa” dermiş. Öyle çok istermiş ki cami yaptırmayı. Dilinde, yüreğinde, ettiği her duada bu cami varmış. Bir gece rüyasında gördüğü zat: “Rızkın iki salkım üzümdedir, Bağdat’a git” demiş.Aynı rüyayı 3 kez görünce koşmuş rüyasının peşine, heybesine azığını koymuş Bağdat’a giden kervanlardan birine katılmış. Bağdat’a varınca girmiş bir handan içeri. Masaya oturup, kuru ekmeğini yemeye başlamış. Onun yavan ekmek yediğini gören hancı haline acıyarak kapının önündeki asmadan iki salkım üzüm kopartarak İbrahim Ağaya vermiş. İçi kıpır kıpır olan  İbrahim Ağa, üzümleri yemiş ve kalkmış. Hancı,:

“- Nereden gelir, nereye gidersin?” diye sorunca.”İstanbul’dan” demiş.”Bir rüya gördüm buraya geldim, rızkımı yedim, şimdi de dönüyorum” diye eklemiş. Bunu duyan hancı gülümseyerek: “Be adam rüyada görülen iki salkım için İstanbul’dan Bağdat’a gelinir mi hiç? Ben Takkeci İbrahim’in İstanbul Surdibi’ndeki ocağının altında gömülü iki küp altın gördüm de İstanbul’a gitmedim” demiş. “Böyle şey olur mu?” diye de eklemiş.Gözleri ışıl ışıl olan İbrahim Ağa hemen dönmüş İstanbul’a ve bulmuş ocağın altındaki altınları. Ve en büyük hayali olan camiyi yaptırmış.

İşte Topkapı Şehir Parkı’nın hemen ortasında gördüğümüz cami ondan başkası değildir. O cami ki inanmanın, hayal etmenin ve istemenin eseridir ya da belki de bir mucizenin. 1591/92 yıllarında yaptırılan caminin bir kısım araştırmacılar tarafından Mimar Sinan’ın eseri olduğu söylense de kapının üstündeki on iki mısralık kitabeden öğrendiğimize göre cami Mimar Sinan öldükten tam dört sene sonra yapılmıştır. Cami içindeki kitabelere göre İbrahim Ağa’nın kızı Ayşe anası Emine Hatun ile oğulları Mustafa ve Halil Çavuş İbrahim Ağa’nın hayratını kuvvetlendirmek için ilave vakıflar yaptırmışlar ve camiyi adeta küçük bir külliyeye çevirmişler.

Cami, 1236/1830’da onarım görmüş. 1985’te Vakıflar İdaresi’nin yaptırdığı çalışmalarda da mahfil tavan ve dikme ve kemerlerinde orijinal altın yaldızlı nakışlar bulunmuş. Birkaç kez hırsızların saldırısına uğrayan caminin çini panolarından yüzlerce kıymetli parça çalınmış. Bazı panolar da sökülerek alınmış ve yerlerine baskı tekniğiyle yapılmış yenileri konulmuş. Bunlardan bazılarının Lizbon’daki Salazar Müzesi’ne hediye edildiği bilinmektedir. Cami, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2007’de tekrar restore edilmiş.

Taş levha ve iri dikmelerle inşa edilmiş bir duvarla çevrelenmiş, üç kapılı geniş bir avlunun içinden geçerek ulaşırız camiye. Kaba kesme taş ve iki sıra tuğla ile yapılan caminin  ön ve yan saçak alınları üçgen biçimli son cemaat yerinde, adeta U biçimi oluşturan 10 tane ahşap direk çeker dikkatimizi. Bu bölümde yer alan cümle kapısı sade silmeli bir çerçeve içinde, iki sıra bademle süslüdür. Türkçe olarak kartuşlar içine girift bir celi sülüsle yazılı olan kitabesi makaralı kapı üzerinde, üç satır halindedir. Ahşap olan cümle kapısı orijinal olup kündekâri tekniği ile yapılmış. Cümle kapısının sağ ve solunda ikişer alt ve üst pencere bulunur. Alt pencereler arasında iki adet üstü dilimli ve köşeleri malakâri ile süslenmiş mihrapları görürüz. Pencerelerin kemer aynalarında ise mermerden celi sülüsle Fatiha, İhlas, Felak ve Nas sureleri kabartma olarak yazılıdır. Cümle kapısından içeri girmeyip önce camiyi bütünüyle dışarıdan incelemek istersek Caminin sağ duvarında, minare yanında ikinci bir kapı daha ilişir gözümüze. Ve her bir cephesinde bulunan pencereleri saydığımızda on dört alt ve on dört üst pencereye sahip olduğunu fark ederiz.

Orijinal olan minare kesme taştan yapılmış olup çok kenarlı bir gövdeye sahip, şerefe altı ise stalaktitli. Sağda bulunan minare kaidesinin bir eşinin de solda yapılması denge unsuru kurulduğunun göstergesi sanki. Minarenin hem dışından hem içinden mahfile  çıkılmakta.Ve camiden içeri girdiğimizde muhteşem çini panolarla süslenmiş ana mekan karşılar bizi. Caminin asıl ünü tam da bu çinilerden dolayıdır. Pencerelerin kemer tepelerine kadar muhteşem İznik çinilerini görürüz. Narçiçeği kırmızısı, parlak camgöbeği, yeşil, lacivert renklerden rumî ve hatayî desenlerden, pencere aralarında yer alan vazo ve çiçek buketleri ile bezenmiş panolardan gözlerimizi alamayız. Mihrabın alçı mukarnasları hariç, yer yer boşluklar görülse de tamamı çini ile kaplıdır. Mihrap ayeti bile çiniyle yazılmıştır. Bununla birlikte bazı duvarlarda taklit çiniler de kullanılmamış değil. Mihrap duvarındaki pencerelerin kemer aynalarında tıpkı son cemaat pencerelerindeki gibi celi sülüs yazıların bulunması bir simetri anlayışı gibidir adeta.  Caminin mermer minberi, şebekeli korkuluğu, kafesli yanlıkları ve sade silmeleri ile devrinin en güzel eserlerinden biri muhakkak. Mahfil tavanı, dikme ve kemerlerindeki kalem işi nakışlar da çinileri kadar etkileyici. Çatılı olan yapı içeriden 5,50 m çapında ahşap kubbelidir. Yaldızlı çatı ile dilimlenmiş kubbenin eteklerindeki mukarnasları altın yaldızlı iki sıra badem ve yapraklarla tezyin edilmiş.

Camii avlusunun kıble tarafındaki kapının sağına bitişik üstü açık bir sebil, su kuyusu ve haznesi ayrıca da bir mektep binası bulunur. Tek katlı ve çatılı olan Sıbyan Mektebinin onarım çalışmaları devam etmekte. Doğu tarafındaki Takkeci Sokağı’nda İbrahim Ağa’nın bir diğer sebili, kendisinin ve oğlu Halil Çavuş’un kabirleri yer alırken avlunun kuzeydoğu köşesinde ve diğer taraftaki sebilin karşısında da Derviş Paşa’nın 1819 tarihli çukur çeşmesi yer alır. Haziredeki 1759 tarihli Takkeci İbrahim Cami Şeyhi Ali Efendi’nin kabir taşından ve Hadaika’daki ifadeden caminin aynı zamanda vakfiye gereğince Halveti Tekkesi olarak da kullanıldığı anlaşılır.

Takkeci İbrahim Ağa’nın bu güzel camiini görmek isterseniz Metrobüs’ü kullanabilirsiniz. Maltepe durağında inince Topkapı mezarlıkları hizasından geçerken zarif minaresiyle çağırır sizi yanınıza. E5 Karayolu tarafından gitmek isterseniz de Topkapı durağında inmeniz yeterlidir. İster metrobüs, ister otobüs, ister kendi arabanız her nasıl giderseniz gidin ama mutlaka gidin.O, sizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Kim bilir belki yarım kalan hayallerinizi gerçekleştirme gücü bulursunuz onun avlusunda ya da yeni yeni hayaller kurarsınız, her ne olursa olsun bilin ki bir tatlı huzurla oradan ayrılırsınız…

Yazar:Ayfer İlter

 

Son beş fotoğraf Ayfer İlter’e aittir.

Kaynakça:

İ.AydınYüksel,”Takkeci İbrahim Ağa Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,VII, İst.1994, s.194-195

 

Paylaşmak ister misiniz ?

Admin

Website:

2 comments

idris

duygulandım ,birde hikayesini izlemenizi tavsiye ederim.

M . Halis Köktaş

“Mucize varmıdır yokmudur bilmem..”
Yok; “Budha şöyle dedi” yok; “Einstein böyle dedi” gibi ahkâm kesip, “Demek inanmak budur..” hükmüyle ne dediği, ne diyeceği belli olmayanlar da, İslâmiyet adına bir şeyler söyler oldu..
Sen çok yaşa(!) E mi? Ey medya/kedya..!

İbrahim Efendi’nin Kerâmeti baş üstüne! O istisna..!

okur/düşünür/yazar
Cahiller den El Hazar
M.Halis Köktaş

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir