degisti.com

zamanla her şey değişir…

Kalenderhane Camii

Kalenderhane Camii

30 Mayıs 1453 sabahı İstanbul, yeni ev sahiplerini ağırlamaya hazırlanırken yeni başlangıçların da arifesindeydi kuşkusuz. Öyle ya her kent hangi ulusun bayrağı altında devam ediyorsa yaşamaya o ulusun kimliğine de bürünüverirdi usulca…

             Sultan II. Mehmet’in bin bir zahmetle fethettiği İstanbul, önceki ev sahiplerinin izleriyle olduğu kadar Osmanlı’nın izleriyle de dolu, dopdolu olmalıydı. Bir yandan yeni imar faaliyetleri başlarken bir yandan da Bizans’ın mirası olan eserlere bir nebze olsun Osmanlı kimliği verme telaşı başlamıştı fethin ardından…

             Bu eserlerden biri de şimdi Fatih ilçesine bağlı Vezneciler Kız Öğrenci Yurdu’nun hemen yanında gördüğümüz Kalenderhane Camii’nden biriydi. Fetihten hemen sonra bizzat Sultan II. Mehmet tarafından kuşatmadaki hizmet ve gayretleri nedeniyle Kalenderi tarikatı dervişlerine tahsis edilen yapı, o günden sonra Kalenderhane adıyla anılır olmuş.

             Bugünkü haliyle camiye çevrilmesi ise 18.yy’da Babüssade Ağası Maktul Beşir Ağa tarafından gerçekleşmiş. Camiyi gören dikkatli gözler, onun Osmanlı’dan çok daha öncelere ait olduğunu hemen fark edecektir.

             1935’li yıllara gelinceye kadar bütün yayınlarda Diakonissa Kilisesi olduğu ileri sürülen şimdilerin Kalenderhane Camisi’nin, bu tarihten sonra da Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyelerinden birinde rastlanan bir bilgiye istinaden Akataleptos Manastırı Kilisesi olabileceğinden söz edilmiş. Son araştırmalarda bulunan Meryem’in iki fresko resminde karşılaşılan Kyriotissa lakabından dolayı da kilisenin Akataleptos Manastırı’na ait olmakla beraber Meryem’in adını taşıdığı sonucuna ulaştırmış araştırmacıları.

 

            Taş-tuğla karışımından yapılmış duvarlarını görünce bizi yüzyıllar öncesine çağıran yapı, Bizans’ın ünlü Tauri Forumu ile Constantinus Martiryonu arasındaki anayolun ( bugünkü Beyazıt-Edirnekapı caddesi) üzerindeydi.

             1966-75 yılları arasında yapılan arkeolojik kazı buluntularına göre burada büyük bir sarayın 4.yy sonu ile 5.yy başına ait özel bir hamamı bulunuyordu. 368 yılında kentin merkezine su taşımak üzere İmparator Valens tarafından yaptırılan Valens (Bozdoğan) Kemeri, bu hamamın da su ihtiyacını karşılıyordu. Ancak zamanla bu kemerin su getirme işlevini yitirmesi üzerine hamam da kullanılmaz hale gelmiş ve yıkılarak yerine kiliseler inşa edilmiş.

            Amma velakin inşa edilen bu kiliselerin bizim bugün gördüğümüz camiyle bir ilgisi yok ya da en azından var olan ilgisi sadece bugünkü yapının temelleriyle alakalı. Bahsedilen bu kiliseler bazilikal tipte olup biri su kemerinin hemen yanında hatta kemerin duvarları da kullanılarak inşa edilirken diğeri de bu kilisenin güneyinde yer alıyormuş.

             Kazılar sırasında ortaya çıkarılan ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan İsa’nın tapınağa annesi Meryem tarafından getirilerek Simeon adında bir rahibe takdimini gösteren tek duvar mozaiği, işte bu bahsi geçen ikinci kiliseden yadigar. Bu kiliselerin tam tarihlendirilmesi yapılamamakla beraber 6 veya 7.yy’lar olması muhtemel.

            Hamam ve kiliseler derken bugün gördüğümüz yapıdan önce, başka bir yapının daha izlerine iç narteks girişinde rastlanılmış. Iustinianos döneminden kaldığı düşünülen kemer ve iki sütunla bölünmüş bu girişin 8.yy’da yapılan merkezi planlı bir kiliseye ait olduğu düşünülmüşse de bu kilisenin tam olarak bitirilemediği kanısına varılmış.

            Günümüze kadar gelen asıl yapı ise kemerle cami arasındaki alanda bir kısım kalıntılarını da gördüğümüz hamamdan başlayarak, sözünü ettiğimiz kiliselerin temelleri üzerine muhtemelen Komnenoslar (1081-1185) döneminde Kapalı Yunan Hacı Planlı olarak inşa edilmiş.

            Daha geç dönemde kilisenin etrafında bir manastırın varlığı söz konusu ve ihtimaldir ki, IV. Haçlı Seferi’nde Batılı şövalyeler, bir Latin idaresi kurduklarında bu kilise ile beraber manastır da el koydukları yapılar arasındaydı.

             Kilisenin Haçlıların himayesinde kullanıldığına dair en önemli belge de hiç şüphe yok ki Fransisken tarikatının kurucusu Aziz Francesco’nun hayatına ilişkin bulunan freskolar. 13.yy’da Doğu Akdeniz gezisine çıktığı bilinen bu azizin freskoları, kilisenin arkasına inşa edilen bir evin ve bahçesinin altında kaldığından son derece tahrip olmuş, toplanan parçalar kısmen restore edilerek İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kaldırılmış.

            Şimdi gördüğümüz caminin ne tarafında olduğu kesin olarak bilinmeyen manastır keşiş odaları fetihten hemen sonra zaviye olarak hizmet vermiş, harim kısmı ise tevhidhane-semahane olarak kullanılmış. Ancak belki de İstanbul’un eksik olmayan yangınlarından birinde ahşap olan bu manastır binası kül olup gitmiş.

             18.yy’da camiye çevrilen yapı, 19.yy’da bir yangın geçirmiş ve bu yangın neticesinde örtülü yan nefler, narteks üzerindeki galeri, içerideki mermer kaplamaların çoğu ile mihrap ve minber büyük ölçüde tahrip olmuş. Caminin yeniden ibadete açılması için de alelacele bir tamir yapılmış 1854 yılında.

            Tarihler 1930’u gösterdiğinde fırtınalı bir günde düşen yıldırım, caminin minaresini yıkarken camiye de ziyadesiyle zarar vermiş. Hal böyle olunca cami bir kez daha ibadete kapatılmış.

             1965’e kadar evsiz barksızların mekanı haline gelen bu güzide eser, 1966-1975 yılları arasında Harvard ve İstanbul Teknik Üniversitelerinin işbirliği ile, ayrıntılı bir araştırma ve kazı konusu olmuş, yapılan restorasyon neticesinde de tekrar cami olarak ibadete açılması sağlanmış.

             Cami, batı tarafında bulunan ve son cemaat yeri olarak kullanılan narteks bölümüyle karşılar bizi. Herhangi bir mimari özelliği bulunmayan bu bölüme, çevredeki toprak seviyesi yüksekliğinden ötürü birkaç basamak merdiven vasıtasıyla ulaşırız. Bu dış narteksi, bir iç narteks takip eder. Sade bir görünüm arzeden bu iç narteksin sağ tarafı ahşap kapılı bir bölme vasıtasıyla kapatılmış ve “Kadınlar Mahfili” olarak kullanılmakta şimdilerde. Beşik tonozlarla örtülü bu bölümlerin beyaz badanaları altında yer yer Bizans taş duvar kalıntılarını görmek mümkün.

            Naosda (ana mekan) Bizans mimarisinin özellikle 9.yy’dan itibaren sıkça uygulanmış Kapalı Yunan Hacı Planı’nın köşe duvarlı şekliyle karşılaşırız. Haçın dört kolu arasında bulunan odaların üstlerinin tıpkı narteks bölümlerinde olduğu gibi beşik tonozlarla örtülü olduğunu görüyoruz.

             Orta Bizans’ın erken dönemine özgü bir biçimde köşe duvarları üzerine oturan ana mekan kubbesi, yüksek kasnaklı, küçük çaplı ve pencereli olup köşelerde pandantifler bulunur. Bu tür plan tipi, 1453’den sonra Türk mimarisinde de çıkıyor karşımıza. (Malatya Ulu Camii ve günümüze ulaşmamış Erzincan İzzet Paşa Camii’nde olduğu gibi.)

 Doğusunda bulunması gereken apsis çıkıntısı günümüze gelmemiş. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan kalıntılardan anlaşıldığına göre yapının zaviye olarak kullanıldığı dönemde henüz sağlam olan apsisin içine, kıble yönünü göstermek için küçük bir mihrap nişi yapılmış. 18.yy’da yapı camiye çevrilirken apsis bölümü yıkılarak düz bir duvar şeklinde kapatılmış.

Şimdilerde bu duvarda dikdörtgen biçiminde bölünmüş panolar ve bu panoların içinde klasik üslupta yapılmış kalem işi süslemeler ve duvarın alt köşesinde de köşeleri kum saatli olan mihrabı görmekteyiz. Mihrabın hemen yanında gördüğümüz minber ise ampir üslupta olup ahşaptan yapılmış.

 Haçın doğu kolunu oluşturan bu bölümün iki yanında Bizans mimarisinde “Pastaforyon” denilen yan mekanlar bulunur. Ne var ki zaman içerisinde büyük değişimler gösteren bu bölümler klasik Bizans mimarisinden uzak, son derece düzensiz bir plan arzeder.

 Haçın kuzey ve güney kolları iki sütuna binen üçüz kemerle dışarı açılırken, bu bölümün hemen üzerinde yükselen iki sıra halindeki yuvarlak kemerli üçer pencereye kayar gözümüz. Zira üst sıradaki pencerelerden, ortada bulunanın yanlarında bulunan iki pencereye nazaran daha yüksekte ve daha dar olduğu çeker dikkatimizi.

 Renkli mermer kaplama ve kabartmalarla süslenmiş olan cami iç duvarları gözünüze ayrı bir görüntü güzelliği de katıyor hiç şüphesiz.             Geç Roma döneminden bugüne kadar sürekli olarak yaşayan, biçim değiştiren bu güzide eser canlı tarih abidesi misali dimdik durmakta, görmediyseniz şayet Beyazıt Vezneciler yönüne doğru yola çıkın hemen…

 Yazar: Ayfer İlter

Adminden Not: Teşekkürler Ayfercim. Üniversitedeki ilk senemde Güzel Sanatlar dersinde ödevim olmuştu; bu yapı. Vezneciler’de, fakültemizin tam karşısında yer alması dolayısıyla, eminim binlerce öğrencinin ödevine konu olmuştur; Kalenderhane…

 

 

Kaynakça:

Berberoğlu, B. Nevin, İstanbul’un 100 Camisi , (İstanbul’un Yüzleri Serisi-20), İst. İBB Kültür A.Ş.Yay., 2010

Eyice, S, “Kalenderhane Camii”,İslam Ansiklopedisi, 24, İst.2001, s. 251-52

Kuban, D, “Kalenderhane Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 4, İst. 1994, s. 396-98

Fatih müftülüğü Web Sitesi

İstanbulkulturenvanteri.gov.tr

Paylaşmak ister misiniz ?

Admin

Website:

One comment

Metin Kural

1960’larda babamla fazla kalabalık olmadığı bayram namazlarına bu camiye gittiğimizi ve çok bakımsız bir halde olduğunu hatırlıyorum. Şimdiki hali güzel ve yapılan restorasyon bence başarılı olmuş. Pek kimsenin dikkat etmediği çok güzel bir “Kilise Camii” örneğidir. Yazınız çok doyurucu, teşekkürler

Metin Kural için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir