degisti.com

zamanla her şey değişir…

Hekimoğlu Ali Paşa Camii Külliyesi

Hekimoğlu Ali Paşa Camii Külliyesi

Osmanlı’da önde gelen devlet adamlarının hemen hemen hepsinin en büyük tutkusuydu kendi adını taşıyan eserler yaptırmak. Bazen iskana açılmak istenen bir yer için bizzat padişahın emriyle bu isteklerini gerçekleştirirler, bazen de yaptıracakları esere de yere de kendileri karar verirlerdi.

             İşte Davutpaşa – Kocamustafapaşa arasında gördüğümüz tam da İstanbul’un yedinci tepesi üzerinde yükselen bu külliye de Osmanlı’ya üç kez sadrazamlık yapmış Hekimoğlu Ali Paşa’nın kendi adına yaptırdığı eserlerden biridir.

             1689 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Ali Paşa, Hekimbaşı olan babası Nuh Efendi’den dolayı Hekimoğlu olarak anılırdı. Akıllı, alim, tedbirli, yiğit, sağlam görüş sahibi, cömert ve kerim bir zat olup, idarede pek bir şiddetliydi. Tüm otoriter görünüşüne karşılık Âli mahlası ile şiirler yazmayı da ihmal etmezdi.

             Çok iyi eğitim gören Ali Paşa’nın Osmanlı devlet adamlığı serüveni ise Sultan III. Ahmet tarafından “Hassa Silahşörü” olarak saraya alınmasıyla başlar. 1713’de Zile Voyvodası, 1719’da Türkmen Ağası, 1722’de Adana Valisi olur ve bu yöre de devlet otoritesini zayıflatan pek çok aşireti de dize getirir.

            1724’de Halep Valiliği’ne daha sonra ise Anadolu Beylerbeyliği’ne atanan Ali Paşa, 1726 yılında hastalığından dolayı görevinden istifa eden Abdullah Paşa’nın yerine Doğu Sedarlığı’na atanır. 1731’deki Kuzican Seferi’ni başarıyla sonuçlandırınca da Sultan I. Mahmut tarafından sadrazamlığa getirilir.

 

            Üç buçuk yıl süren bu görevinden azledilerek Midilli’ye sürülse de, bu sürgün ancak 1 yıl sürer ve yeniden devlet vazifesi ile görevlendirilir. Yeni vazifesi olan Bosna Valiliği’nde Avusturyalılara karşı büyük bir zafer kazanır.

            1755’e kadar pek çok valiliklerde bulunan Ali Paşa, iki kez daha sadrazamlık yapacaktır ki bunlardan sonuncusu Şubat 1755’de Sultan III. Osman zamanında olan ve sadece 53 gün süren sadaretidir.

             Yeniden Anadolu Beylerbeyi olarak Kütahya’da bulunduğu sırada mesane hastalığı neticesi ebediyete intikal eder. Bir rivayete göre de hizmetinde çalışanlar tarafından zehirlenmiştir. Tarihler 13 Ağustos 1758’i gösteriyordur.

             Naaşı Kütahya Saray Camii yanına defnedilir önce,  gerekli iznin çıkmasıyla da İstanbul’a getirilir ve Ali Paşa’nın vasiyet ettiği yere, kendi adını taşıyan camisinin yanında bulunan türbesine gömülür.

             Külliye, klasik Türk mimarisinin son eseri olarak kabul edilen caminin yanında kütüphane, şadırvan, türbe, sebil, muvakkithane, tekke ve çeşmelerle beraber 1734 – 35 yıllarında Çuhadar Ömer Ağa ve Hacı Mustafa Ağa’nın mimarlığında inşa edilir.

             Külliyenin bulunduğu alanda önceleri Abdal Yakup Tekkesi vardı ve Ali Paşa, kendi adına cami yaptırmaya karar verdiğinde, babası Hekimbaşı Nuh Efendi’nin kabrine yakın olmasından dolayı, bu alanı uygun bulur.

             Mevcut tekke yıktırılır ve diğer yapıların inşası ile birlikte yerine yeni bir tekke yaptırılır. Ali Paşa ayrıca vakfiyesinde tekkenin şeyhlerinin Cuma günleri camide vaaz vermelerini şart koşar.

             Devlet-i Aliye’ye siyasal açıdan olduğu kadar bu yaptırdığı eserler vasıtasıyla sosyal açıdan da yararlılık gösteren Ali Paşa hayırseverliğinin yanında pek de cömert bir zattı. Külliyesinin inşasından sonra onunla ilgili anlatılan bir hikaye dillerde dolanır dururmuş Osmanlı diyarlarında:

 Yıllar yılı pek fakir olan ve değil borçlarını ödeyecek, yiyecek ekmek dahi bulamayacak duruma düşen bir zat “Ya Rab! Halimi biliyorsun, çıkmazdayım, bana bir çıkış yolu göster” diyerek ettiği dualarla dalar uykuya. Ve rüyasında gördüğü Resulullah Efendimiz, “Sen bunca yıl fakirliğine sabrederek imtihanı kazandın. Allah gönülden ettiğin duanı kabul etti. Sabah namazından sonra ilk işin Hekimoğlu Ali Paşa’ya gitmek olsun. Ona benden selam söyle. Sana bin altın versin. Rüyana inanmayacak olursa, her Cuma gecesi okumayı adet edindiği salavatları, bu Cuma gecesi okumadan yattığını söyle. Bu, onu sana inandırmaya yeter” der.

             Şaşkınlık içinde uyanan zat, sabah namazının adından koşar Ali Paşa’ya ve anlatır rüyasını. Onu sessizce dinleyen Ali Paşa, rüyayı tam 7 kez anlattırır. Sükut-u hayale uğrayan zat: “Paşam bana inanmadınız madem neden sürekli anlattırırsınız rüyamı” deyince Ali Paşa: “İnanmamak da ne demek bu anlattığın olay benim için öyle muhteşem ki, sen her anlatışında ben ona bin altın daha değer biçiyorum. 7 kez anlattın ve benden 7 bin altın almaya hak kazandın” der ve yedi bin altını bu zata verir.

             Ve yeniden dönersek külliyeye; külliyenin cami dışındaki öğelerinin Kocamustafapaşa Caddesi üzerine peşi sıra dizildiklerini görürüz. Zaman içerisinde çeşitli onarımlar gören külliyeden, camiye bağlı olan ahşap hünkar kasrı ile çeşme ve güneydeki kapı kısmı hariç dış avlu duvarları günümüze ulaşmamıştır maalesef.

             Üç avlu kapısı olan külliyenin esas girişi, Kocamustafapaşa Caddesi’nde ve ağır konsollar üzerinde biraz dışarıya taşan kütüphanenin altında olup iki tarafı nişlerle hafifletilmiş klasik silmeli bir çerçeve içinde yuvarlak kemerlidir.

             Camiye ulaşmak için bu avlu kapısını kullanırsanız eğer, kapının hemen üzerinde yükselen kütüphanenin dikkatinizi çekmeme gibi bir olasılığı yoktur. Zira 17.yy.’dan bu yana vezirler tarafından yaptırılan yapılarda giderek sayısı artan kütüphaneler içinde cami girişi üzerindeki konumu ve büyük açık galerili kompozisyonu ile İstanbul’daki en güzel tasarlanmış yapılardan biridir.

             Önceki dönemlerden farklı olarak medrese yerine kütüphane yaptırmak, bu çağın toplum kültürü yaşamında değişen eğilimleri yansıtan bir işaret olarak kabul edilebilir. Bir deprem sonrası burada bulunan değerli eserler, Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşınmış.1966 yılı öncesi bir süre arabacıların mekanı, bir süre de “Davutpaşa Spor Kulübü”’nün lokali olan bu kütüphane bugün, “Uygulamalı Türk Sanatları Kütüphanesi” olarak hizmet vermekte.

             İşte bu kütüphanenin altındaki geniş kemerli açıklıktan geçtiğimizde kesme küfeki taşından yapılan cami karşılar bizi, tüm heybetiyle. Kuzey yönündeki caminin esas girişi, namaz vakitleri dışında kapalıdır. Bunun yerine hemen doğusunda bulunan giriş kullanılır. Bundan başka batı tarafında da bir giriş kapısı mevcuttur

             Her üç girişten de camiye basamaklar vasıtasıyla ulaşılır. Kuzey yönündeki son cemaat yeri, altı granit sütuna oturan, ortası aynalı çapraz tonozlu, yanları ikişer kubbeli beş bölümden oluşurken pencereleri arasındaki mihrap nişi ile barok bağdadi balkonlar dikkat çeker.

            Bu bölümün hemen sağında caminin ince ve tek şerefeli minaresi yükselir. Minare kürsüsünde Halifezade İsmail’in güneş saati görülür.

             Camiye girişte bu yönü kullandığımızda, mukarnaslı muhteşem bir taç kapı, adeta abidevi bir nitelikte karşılar bizi. Diğer giriş kapıları ise daha ufak boyutta olup iki tarafında demir parmaklıklı pencereler ve basık kemerler üzerinde küçük bir mukarnas dizisi bulunur.

             Camiden içeri girdiğimizde mihrap dışında üç yönden mahfillerle çevrili olan ana mekanın, Osmanlı cami tipolojisi içinde, Mimar Sinan’ın geliştirdiği en özgün tiplerden biri olan altıgen baldakenli merkezi mekan geleneğine uygun olarak tasarlandığını görürüz.

             Altı filayağının taşıdığı bir ana kubbe ile beraber yanlara doğru ikişer yarım kubbe ve mihrap bölümünü örten elips şeklindeki yarım kubbe ana mekanın üst örtüsünü oluşturur.

             Klasik üslupla rokoko arasında, oldukça karmaşık bir üslupla yapılan mermer mihrap, mukarnas, kıvrık dallar, palmet, akant yaprakları ve madalyonlarla süslüdür. Bu süslemede kahverengi tonların hakimiyeti dikkat çekerken iki sütünce arasında olan mihrabı üstünde iki köşede Kadiri eşrefi tacı ortada ise gül motifli üçgen alınlık tamamlar.

Mihrâp çıkıntısının sol tarafında ahşap olarak inşâ edilen, dikdörtgen şeklinde barok süslemeli hünkâr mahfili’ni görürüz. Girişi dışarıdan olan mahfil, 1990 yılında çökme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığında taşıyıcı unsurları değiştirilerek tâmir edilmiş.

             İnce işlemeli minber, mermerden, külahı ise ahşaptandır. Burada da klasik bir minber tasarımı içinde akant yapraklı dolama dal motiflerinin en ilginç örneklerini görmek mümkün.

             Beşer sıralı yüzden fazla penceresiyle aydınlık bir mekan görüntüsü veren cami içinde gördüğümüz çinilerin büyük kısmı III.Ahmet döneminde üretime geçen Tekfur Sarayı’ndaki çini atölyelerinde yapılmış. Yeşilimsi bir tonun hakim olduğu, mavi ve sarı renkleriyle klasik dönem çinilerinden uzak bir görüntü veren bu çinilerden yapılmış yüzey bezemesinin en ilginç öğesi olan Mihrap duvarındaki Kabe ve Mescid-i Haram’ı gösteren büyük pano geç dönem çini sanatının en önemli örneklerinden biridir şüphesiz.

             Camiyi üç yönden çeviren mahfil duvarları da Tekfur Sarayı çinileriyle bezenmiş olup, ahşap ve özgün durumunu koruyamayan hünkar mahfilinin duvarları ise mavi-beyaz Kütahya Çinileri ile bezenmiş durumda. Bir diğer süsleme detayını ise kalem işleri oluşturur.

             Caminin doğu yönündeki kapısından çıktığımızda mermer hazneli sekiz sütunla taşınan ahşap çatılı ve üzeri kiremit döşeli şadırvanı çıkar karşımıza.

 Şadırvanın hemen arkasında ise Ali Paşa’nın Türbesi selamlar bizi. Avlu cephesi ahşap sundurmalı olan türbenin kapı alınlığında talik yazılı kitabesi vardır. Tromplu iki kubbe ile örtülü bir dikdörtgen olarak tasarlanmış olan türbe kubbelerinin sağdakinin altında Hekimoğlu Ali Paşa, eşi Muhsine Hatun ve aile fertleri, soldakinin altında ise Şeyh Abdal Yakub ve Şeyh İbrahim ile tekkenin diğer ileri gelenlerinin sandukaları bulunur. Türbenin yanında cami haziresi çeker dikkati.

 Türbe ile avlunun kuzeydoğusundaki giriş arasında da külliyenin diğer bir yapısı olan Sebil’i görürüz. Dilimli, beş cepheli, kubbeli ve beş pencereli sebilin madeni şebekelerini bir kitabe kuşatır. Şehzadebaşı’ndaki Damat İbrahim Paşa Sebili’yle birlikte, Lale Devri bezemesini en olgun tasarımıyla temsil eden bu sebilin geç rokoko karakterli, bronz parmaklıkları, 18.yy sebil şebekeleri içinde tektir. Sebil, türbeyle beraber 1986’da cami cemaatinin yardımlarıyla restore edilmiş.

  Ayrıca cami içinde kuzeyde iki çeşme ve avluda pencereli duvarlara gömülü 4 çeşme külliyenin diğer su yapıları olarak karşımıza çıkarken, İstanbul’da en çok çeşme yaptıran devlet adamlarından biri olan Hekimoğlu Ali Paşa’nın külliyesindeki çeşmelerin yapılara oranı, paşanın su motifine özel bir eğilimi olduğunu gösterir niteliktedir.

 Külliyenin ilginç bir diğer özelliği bazı kitabelerinin Sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Şeyhülislam İshak Efendi gibi dönemin ünlü devlet adamları tarafından yazılmış olmasıdır.

 Osmanlı tarihinin değişme döneminin başlangıcına işaret eden önemli bir anıtsal kompleks olan Ali Paşa’nın bu güzel külliyesini görmek isterseniz, Kocamustafapaşa’ya giden herhangi bir otobüse binmeniz yeterli, otobüs, tam önünden geçer külliyenin ve gittiğinizde külliyenin çam ve çınar ağaçlarıyla donanmış avlusunda bir müddet vakit geçirin mutlaka…

Yazar: Ayfer İlter

Kaynakça:

Berberoğlu, B.Nevin, İstanbul’un 100 Camisi , (İstanbul’un Yüzleri Serisi-20), İst., İBB Kültür A.Ş.Yay., 2010, s. 78-79

Kuban, D, “Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, IV, İst. 1994, s. 44 – 46

 

Linkler:

Fatih Müftülüğü

İstanbul Müftülüğü

www.flickr.com

 

Paylaşmak ister misiniz ?

Admin

Website:

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir